4.9.18

Kitap - Hermann Hesse - Doğu Yolculuğu


hermann hesse doğu yolculuğu alıntı ile ilgili görsel sonucu

Bir Hermann Hesse kitabı daha bitti.

Kitap - J. D. Sallinger - Çavdar Tarlasında Çocuklar


j.d salinger çavdar tarlasında çocuklar alıntı ile ilgili görsel sonucu

Bu kitap,çok garip.Cidden çok garip.

Gönülçelen ya da Çavdar Tarlasında Çocuklar (Özgün adıyla: The Catcher in the Rye), J. D. Salinger'in romanıdır. Eser ilk olarak 1951'de Birleşik Krallık ve ABD'de kitap olarak basıldı.
"Modern zamanların başyapıtı" olarak değerlendirilen bu eser, "ahlâk dışı" ve "açık saçık" bulunduğundan ABD'nin birçok tutucu bölgesinde uzun süre yasaklı kaldı. Hâlâ bazı Amerikan kütüphanelerinde yasaklı kalmasına rağmen, kitabın yasaklanması günümüzde ilginç bir hal almıştır: ABD'de lise düzeyinde en çok yasaklanan kitap olmasına rağmen aynı zamanda en çok okutulan kitaptır.
Kitap, anti-kahraman Holden Caulfield'ın okuldan atılmasıyla başlayan süreci Holden'ın kendi ağzından anlatır. Stylist.co.uk sitesi tarafından "En iyi ve en ikonik 100 giriş cümlesi" listesinde romanın giriş cümlesi birinci sırada yer alırken "En iyi 101 kapanış cümlesi" listesinde on beşinci sırada yer aldı.

Kitabı tek bir günde baştan sona okudum.Hem de hiç durmadan.O kadar sardı yani.

Kitap - Sabahattin Ali - Kürk Mantollu Madonna


sabahattin ali kürk mantolu madonna ile ilgili görsel sonucu

Selam dünya ben Menolly!

Geçenlerde Sabahattin Ali'yi ilk defa okudum,İçimizdeki Şeytan ile.Aslında yazarın en bilinen kitabı Kürk Mantolu Madonna.Bir dönem herkesin kahveyle fotosunu çekip instagrama attığı kitap,hatırlarsınız.Fakat ben,hem o fotoğraflar sayesinde,hem de ablamın daha önce okuyup bana kitabı baştan sona anlatması yüzünden okumak istemiyordum.Fakat madem başladım,diğer kitaplarını da okuyayım gibisinden bir cesaretle Kürk Mantolu Madonna'ya başladım.
Ama ne başladım.

İlk başta bitiremeyeceğimi sandığım kitabı bir kaç günde gayet rahat bitirdim.Hatta öyle ki gaza gelip aynı gün bir başka kitabı da bitirdim.

Sabahattin Ali – Eserin ana fikri ile ilgili düşüncelerini bu sözlerle belirtmiştir:
”Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!... Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?"
1998’ten bu yana YKY (Yapı Kredi Yayınları) tarafından basılan kitap müthiş bir satış başarısı yakalayan ve ilk basımı 1943 yılında Remzi Kitabevi’nden çıkan “Kürk Mantolu Madonna”,  kitap olarak basılmadan önce 1941 yılında 48 bölüm halinde “Hakikat” gazetesinde “Büyük Hikaye” başlığı altında yayımlanmıştır.
Sabahattin Ali, Büyükdere’de ikinci kez askerliğini yaptığı dönemde sol bileğini sakatlamasına rağmen romanı yazmaya devam etmiştir.
Kitap 73 yıl sonra 2016 yılında İngilizceye çevrilerek “Modern Klasikler” serisi adı altında “Madonna In A Fur Coat” ismiyle Penguin yayınları tarafından yayımlanmıştır. Kitabın İngilizceye çevirisini “Maureen Freely” ve “Alexander Dave” gerçekleştirmiştir.
Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadına âşık olduğunda... Babasının isteğiyle Berlin’e giden ve oradaki bir sanat galerisinde hayran kaldığı bir tabloyla karşılaşan Raif Efendi, tabloda resmedilen kadın portresinin  Andrea Del Sarto tarafından resmedilmiş "Madonna delle Arpie" adlı tablodaki Meryem Ana (Madonna) tasvirine benzediğini düşünür. Raif Efendi, daha sonra takıntı derecesinde hayran olduğu tablodaki yüzün sahibiyle karşılaşacaktır. 
Madonna ismi, Orta-Çağ İtalyancasında “ma donna” öbeğinden gelmektedir. “Ma donna”, kısaca “leydim” anlamına gelir ve Hz. Meryem’in sıfatlarından biridir. 


Şu anda diyorum ki iyiki okumuşum.

Kürk Mantolu Madonna'ya böyle önyargıyla yaklaşmamın nedeni az önce de dediğim gibi bir dönem,herkesin yanında kahveyle kitabın fotosunu çekip instagrama atması ve okuyan okumayan herkesin kitap hakkında aklına geleni söylemesidir.(o televizyon programında konuşan kadını hepiniz hatırlıyorsunuzdur,o kadın tüm insanlık adına bir utançtı...)

Bir diğer sebebi de ablamdan aldığım spoiler'lar sayesinde kitabın bana uygun olmadığını düşünmemdi.Hem ağır olması nedeniyle,hem de bahsedilen konunun çok da zevkime hitap etmemesi nedeniyle.

Ama yine de,okudum.Ve bayıldım.

Her ne kadar hala bana uymadığını düşünüyor olsam da,benlik bir hikaye olmadığını düşünsem de,yine de harikaydı.Muazzam bir aşkı,bunun da ötesinde sevginin bir insanı nasıl değiştirebileceğini ve aslında insanlara ne kadar yabancı olduğumuzu gösteren bir kitap.

Bazen Raif'in düşünceleri beni sıksa da,Maria Puder'in neredeyse her dediğinde 'içimdekileri söylüyor resmen' şeklinde tepkiler vererek okudum kitabı.

Ölmeden önce okuyun,bir çırpıda bitereceksiniz ve benim yaptığım gibi kitabın sonunda sırıtarak hayallere dalacaksınız.

~~~~~~~~~
Aynı zamanda bu resim bana birdenbire Raif efendiyi de izah etmişti.Şimdi onun sarsılmaz sükunetini,insanlar ile münasebetlerindeki garip çekingenliği gayet iyi anlıyordum.Etrafını bu kadar iyi tanıyan,karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın heyecanlanmasıne ve herhangi bir kimseye kızmasına imkan var mıydı?Böyle bir adam,önünde bütün küçüklüğü ile çırpınan birine karşı taş gibi durmaktan başka ne yapabilirdi?Bütün teessürlerimiz,inkisarlarımız,hiddetlerimiz,karşımıza çıkan hadiselerin alışılmadık,beklenmedik taraflarınadır.Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?
~~~~~~~~~~~~~
İnsan birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı....Bir de ben bu halimle kalkıp başka bir insanın kafasının içini tahlil etmek,onun düz ve ya karışık ruhunu görmek istiyordum.Dünyanın en basit,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir...Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden zannediyoruz?Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında en son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?

~~~~~~~~~~~~

"Şuna dikkat edin ki,benden herhangi bir şey istediğin gün her şey bitmiş demektir.Hiçbir şey anlıyor musunuz,hiç bir şey istemeyeceksiniz..." Sonra meçhul bir düşmanıyla kavga ediyormuş gibi hırçın bir sesle devam etti: "Dünyada sizden,yani bütün erkeklerden niçin bu kadar nefret ediyorum biliyor musunuz?Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şey istedikleri için...Beni yanlış anlamyın,bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil...Erkeklerin öyle bir bakışları,öyle bir gülüşleri,ellerini kaldırışları,hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki...Kendilerine ne kadar fazla ve aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmaz lazım.Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek,küstahça gururlarını anlamak için kafidir.Kendilerini daima avcı,bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar.Bizim vazifemiz sadece tabi olmak,itaat etmek,istenilen şeyleri vermek...Biz istemeyiz,kendiliğimizden bir şey vermeyiz...Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum.Anlıyor musunuz?Sizinle,bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum.Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok...Fakat bilmem...Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırttığını gördüm..."
~~~~~~~~~~~~

Halbuki şimdi her şey değişmişti.Bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen bir kaç hafta içinde,ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum.Her günüm,her saatim,uyuduğum zamanlar bile dopdoluydu.Bana sadece yorgunluk veren uzuvlarımın değil,ruhumun da yaşamaya başladığını,içimde, haberim olmadan üstü örtülü derin tarafların da birdenbire meydana çıkarak bana fevkalade cazip,kıymetli manzaralar arz ettiklerini görebiliyorum.Maria Puder bana bir ruhum olduğunu öğretmişti ve ben de onun,şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak,bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum.Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı,ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi.Bir ruh,ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize,bizim aklımıza,hesaplarımıza hayran danışmaya lüzüm bile görmeden,meydana çıkıyordu...Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya,-ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk.O zaman bütün tereddütler,hicaplar bir tarafa bırakılıyor,ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için,her şeyi çiğneyerek,bir birine koşuyordu.Bütün çekingenliklerim yok olmuştu.Bu kadının karşısında her şeyimi ortaya dökmek, bütün iyi ve fena,kuvvetli ve zayıf taraflarımla,en küçük bir noktayı bile saklamadan,çırılçıplak ruhumu onun önüne sermek için sabırsızlanıyordum.Ona söyleyecek ne kadar çok şeylerim vardı...Çünkü bütün ömrümce susmuş,zihnimden geçen her şeyin için: "Adam sen de,söyleyip de ne olacak sanki?" demiştim.Eskiden her insan hakkında,hiçbir esasa dayanmadan,sırf mukavemet edilemez bir hissin,bir peşin hükmün tesiriyle nasıl: "Bu beni anlamaz!" demişsem,bu sefer bu kadın için,gene hiçbir esasa dayanmadan,fakat o yanılmaz ilk hisse tabi olarak: "İşte bu beni anlar!" diyordum...
~~~~~~~~~~~


Başka yazılarda görüşmek üzere!
Jaa ne minna! ^_^
Logo Design by FlamingText.com

Kitap - Haruki Murakami - 1Q84


haruki murakami 1984 ile ilgili görsel sonucu


Selam dünya ben Menolly!

Çok severek başladığım,ama bitirene kadar elimde sürüren bir kitaptan bahsedeceğim bu gün.Gerçekten ilk başladığımda o kadar beğenmiştim ki...

"Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir"
Sarsıcı bir yolculuğa hazır mısınız? 
Öyleyse kemerlerinizi bağlayın. Erkekleri, titizlikle geliştirdiği bir yöntemle öteki dünyaya gönderen genç bir kadınla tanışacaksınız. Ve amansız bir takiple onun peşine düşen fanatik bir cemaatin müritleriyle…
Romantik misiniz?
Evet, bu kitapta aşk da var… İki dünya bir araya gelmeden mümkün olmayan bir aşk. 
Yaşadığınız dünya gerçek mi, hiç düşündünüz mü? 
Düşündüyseniz, paralel bir evrene geçmek sizi heyecanlandıracaktır o zaman. 
Hayatı algılayışınızı değiştirecek bir kitabın kapağını açmak üzeresiniz şu an. 
Yaşayan en büyük yazarlardan biri olarak kabul edilen Haruki Murakami başyapıtı, tüm dünyada milyonlarca satan kitabı 1Q84'le bir imkânsızı başarıyor. 
Nefesinizi kesecek bir macera romanını, gerçek nedir, insan neye inanmalı, aşk dünyayı kurtarabilir mi soruları ekseninde bir yürek atlasına dönüştürüyor.

Haruki Murakami'yi uzun zamandır okumak istiyordum,ama bir türlü bir kitabına başlayamamıştım.Sonunda kendimi zorlayıp biraz araştırdım ve 1Q84'e başladım.
İlk başta adı bana çok garip geldi.
Kitap,1984 yılında geçiyor,bir kadın(Aomame) ve bir erkeğin(Tengo) kazara kendi dünyalarından başka bir dünyaya geçmelerini anlatıyor.Bu dünya bildikleri gerçek dünyadan farklı kurallara sahip,bu dünyada iki adet ay var,dahası Little People isimli ne oldukları bilinmeyen küçük canlılar var.
Aslında genel olarak kitap bu ikilinin bir birini bulmaya çalışmasını ve kendi dünyalarına dönme serüvenlerini anlatıyor.Ama bunun da ilerisinde,kitabın içerdiği farklı bir macera var ki, hayranlıkla kendini okutuyor.

Okumaya başladığımda,itiraf edeyim biraz önyargılıydım çünkü etrafımda Murakami'nin 'sıkıcı' olduğunu söyleyen bir sürü insan vardı,bu insanlar hayatlarında belki de hiç Murakami okumamışlardır,gerçek anlamda ama yine de böyle söyleyenler vardı.Bu yüzden içimde bir önyargıyla başladım ama daha ilk sayfalardan kitap beni kendine bağlamayı başardı.Aomame'nin bir trafikte kalması ile başlayan hikaye bana oldukça ilgi çekici geldi ve devam ettikçe de daha da ilginçleşmeye başladı.

Fakat,yine de kitapta benim için karanlık kalan ve hala rahatsız olduğum bir çok konu var.
Kitap,anlattığı hikayeye güzel fazlasıyla uzun geldi bana,sanki kasıtlı olarak uzatılmış,daha uzuna anlatılmış gibiydi.Elbette,yazar detaylarıyla kitabı ele almak istemiş ve başarmış da,ama ne yalan söyleyeyim artık ortalara doğru biraz sıkılmaya başlıyor insan.Neyse ki, yarım bırakmamışım çünkü keyif aldığım bir sürü bölümü oldu.

Bunun yanında sonu benim için hala biraz karanlık,evet,Aomame ve Tengo kendi dünyalarına geri döndüler (ya da öyle görünüyor) peki ama ya Eriko Fukada'ya ne oldu?Little People cemaat lideri öldükten sonra ne yaptı?Peki,kitabın başından sonuna kadar doğru düzgün ne olduğunu karakterler gibi bizim de kavrayamadığımız Little People neyin nesiydi,iyi miydi,kötü müydü?Yoksa basitçe,insanlığın bir yansıması mıydı?
Bu sonuncu düşüncem bana daha mantıklı geliyor,nedense.

Sonuyla biraz karanlıkta kalmış gibiydi,bana o hissi verdi ve hikayeyi sevdim ama,yine de karanlık kalmış noktalar çok fazlaydı.

Fakat yine de,okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum,ara ara verdiği güzel mesajları ve farklı konusuyla ilgi çekiciydi.

Kitabı One Ok Rock'un üç şarkısıyla okudum,her bölümünü farklı şarkılarla.Answer is Near,Ending Story ve Bombs Away ile.Answer is Near bana kitabın başladığı,hikayenin oluştuğu bölümü hatırlatıyor,Ending Story Tengo ve Aomame'nin başarısız çabalarını,Bombs Away ise talihsiz ve yanlız Uşikawa karakterini.

~~~~~~~~~
Aomame konuşmayı sürdürdü. "Fakat konu ister menö olsun,isterse erkekler yada başka bir şey,kendi seçimimizi yaptığımızı sanıyoruz,ama aslında hiç bir şeyi tercih ediyor değiliz.En baştan belli olan bir şeyi tercih ettiğimizi sanıyoruz belki de.Özgür iradenin var olduğunu düşünmek istiyoruz yalnızca.Arada sırada bu düşünceler geçiyor aklımdan."
"Eğer haklıysan,yaşam aslında karanlık bir yer demektir."
"Fakat birini yürekten seversen,ne kadar rezil bir tip olsa da,seni sevmeyen biri olsa da,en azından yaşam cehennem olmaktan çıkar.Biraz karanlık olsa bile.
"Aynen öyle." 
"Fakat Aomame,"dedi Ayumi. "düşünüyorum da,bu dünyada mantığa yer yok,empati de yetersiz."
"Olabilir,"dedi Aomame. "Fakat artık değiştiremeyiz."
"Ürünü geri verme süresi çoktan geçmiş."
"Fişini de atmışız."
"Çok doğru."
"Fakat ne fark eder ki?Göz açıp kapayıncaya kadar bu dünya sona erecek." dedi Aomame. 
"Çok keyifli olur."
"Sonra krallık gelecek."
"Sabırsızlanıyorum." dedi Ayumi. 
Kitapta bahsi geçen bu 'krallık' tasviri,bilhassa Aomame'nin çocukluğundan alınmış.Onun çocukluğunda cemaate bağlı olan bir ailede doğduğu,her pazar tıpkı babasıyla tahsilata giden Tengo gibi annesinin peşisıra cemaatin öğretilerini yaymak için sürüklenmesi kitapta birebir anlatılıyor.Fakat 10 yaşına geldiğinde Aomame ailesiyle tüm bağlarını koparmış,cemaatten ayrılmış ve kendi hayatını kurmuştur.
Fakat,yine de hala çocukluğunda her zaman yemekten önce söylediği duayı kelimesi kelimesine hatırlamaktadır.Ve bu 'krallık' da o duadandır,bence,bu krallık bir tür ölümden sonra hayat,ya da basitçe cenneti ifade etmekte.
 ~~~~~~~~~ 
"Yapanlar bir mantık uydurarak,yaptıklarını meşru göstererek unutabilir.Görmek istemedikleri şeylerden bakışlarını kaçırabilir.Fakat mağdur taraf unutmaz.Bakışlarını da kaçıramaz.Anılar anne babadan çocuğa aktarılır.Dünya dediğin şey,Aomame,bir biriyle çelişen anıların sonu gelmez savaşıdır."

Dünya,bir biriyle çelişen anıların sonu gelmez savaşıdır,işte kitaptaki en sevdiğim sözlerden biri.Gerçekten de öyle değil mi?Ben,hayatta her şeyin bir sebebinin olduğuna,her şeyin bir sebebe bağlı olduğuna inananlardanım.Tesadüf diye bir şey bence yok,olsa da çok nadir,her başımıza gelenin bir nedeni vardır bence,biriyle tanışmamızın,birini kaybetmenizin,hatta sabah kalktığımız saatin bile bir nedeni vardır,evrenin işleyişinde.
Ve anılarımız da hayatımızı oluşturur ve nedenleri oluşturur.Birini çok sevmemimizin nedeni,anılarımızda büyük bir yeri olmasıdır.Birinden nefret etmemizin nedeni,onunla anılarımızda yaşadıklarımızdandır.Biri,zamanı gelip değiştiğinde ve farklı birine dönüştüğünde(ki insanlar her zaman değişir ve ölene kadar değişöeye devam eder,asla bir insanı tam olarak tanıyamayız) şaşırmamızın nedeni de önümüzdeki yeni kişi ile anılarımızdaki kişinin birbiri ile olan çelişkisidir.
Anılarımız bizi oluşturur.
 ~~~~~~~~~~
"Belli bir yaşı geçince yaşam dediğin,sahip olduğun şeyleri sürekli olarak kaybettiğin bir süreçten öteye geçmez hale gelir.Önemli şeyler birer birer tarağın dişlerinin dökülmesi gibi insanın ellerinden kayıp gider.Sevdiğin insanlar,önce biri sonra diğeri,hayatından yok olup giderler."
~~~~~~~~~~

"Dünyadaki çoğu insan kanıtlanabilir gerçeğin peşine falan düşmez.Gerçek denilen,çoğu durumda senin söylediğin gibi güçlü bir acıyı da beraberinde getirir.Dahası çoğu insan acıyı beraberinde getiren gerçeği falan aramaz.İnsanların gereksinim duyduğu,kendi varlıklarının biraz daha derin bir anlamı olduğunu hissettirecek hoş,rahatlatıcı öykülerdir.İşte o yüzden din dediğin şey var olabiliyor." 

Gerçekten de,yalan konusunda da böyle.Hayatımız boyunca hiç yalan söylemeseydik,en küçük yalanları bile,her şeyi olduğu gibi,tüm saflığıyla söyleseydik,neler olurdu hiç düşündünüz mü?Mesela,kibarlıktan yaptığımız bir çok şeyi yapmasaydık da,etrafımızdaki sevdiğimiz sevmediğim herkese tüm çıplaklığıyla içimizdeki söyleseydik?Dünya bence o zaman çok kaba,soğuk ve çekilmez bir yer haline gelirdi.
Gerçek işte bu açıdan acılarla dolu,bu yüzden kulaklarımız yalanları duymaya bu kadar alışkın.
 ~~~~~~~~~~~~

Gölge,biz insanların iyicil varlıklar olmaya çalışmasıyla aynı ölçüde şeytani bir varlıktır.Biz iyi,mükemmel ve üstün insanlar olmak için ne kadar çabalarsak,gölge de o ölçüde,karanlık,leytani ve yıkıcı eğilimini kesinleştirir.İnsan kendi kapasitesini aşarak mükemmel olmaya çalışırken,gölge cehenneme inerek şeytan haline gelir.Çünkü doğada insanın,kendisinden daha aşkın bir valık olması,kendisinden daha aşağı bir varlık olması kadar ağır bir suçtur.

Benim de sürekli düşündüğüm,kötülük ve iyilik dengesinin başka bir ifadesi.
~~~~~~~~~~~~

Aomame dairede yeniden göz gezdirdi.Sanki model ev gibi düşüncesi geçti aklından.Temiz,derli toplu,gerekli her şey var.Fakat kişiliksiz,yabanı,yalnızca sahte.Eğer böyle bir yerde ölecek olursam,pek hoş bir ölüm olacağını söyleyemem.Fakat sahne dekorunu hoşa gidecek şekilde değiştirsem bile,bu dünyada hoşa gidecek ölüm diye bir şey var mı ki?Böyle düşününce nihayetinde bizim yaşadığımız dünyanın kendisi de,devasa bir model evden farksız değil mi?Girer,oturur,çay içip,pencerenin dışarısındaki manzarayı izler,zamanı gelince teşekür ederek çıkıp gideriz.Oradaki tüm mobilyalar,kandırmacadan başka bir şey değil.Pencereden görünen ay bile kağıttan yapılmış sahte bir şey olabilir.

Nasıl ölseydiniz hoşunuza giderdi?Gerçekten,kitapta da dendiği gibi,nasıl doğacağımızı seçemesek de nasıl öleceğimizi seçebiliriz.Siz nasıl ölmek isterdiniz?Huzurlu bir ölüm mü?Kahramanca bir ölüm mü?
Peki,ölüm şeklinin nasıl olduğunun ne anlamı var?Sonunda her şekilde o soğuğu ve karanlığı,her şeyin toprağa karıştığı ve dünyadaki güzelliklerin bizim için artık hiç bir anlamı olmadığı ölüm anını tadacağız,güzel olsun ve ya olmasın.
~~~~~~~~~~~~~

Yine de bu onların Tanrısı değil,benim Tanrım.Bu,benim kendi yaşamımı feda ederek,etimin doğranması,derimin yüzülmesi,kanımın emilmesi,tırnaklarımın sökülmesi,zaman,ümit ve anılarımın gasp edilmesi sonucunda edindiğim bir şey.Görüntüsü ya da şekli olan bir Tanrı değil bu.Beyaz giysiler giymiyor,uzun sakalları yok.Bu Tanrı'nın öğretisi yok,kitabı yok,kuralları da yok.Ödülü olmadığı gibi,cezası da yok.Hiçbir şey vermiyor,hiçbir şeyi gasp etmiyor.Yükselecek bir cennet olmadığı gibi,içine yuvarlanacak bir cehennem de yok.Sıcak ya da soğuk,Tanrı yalnızca orada bekliyor.




Başka yazılarda görüşmek üzere!
Jaa ne minna! ^_^ 
Logo Design by FlamingText.com

Okuduğum bloglar