26.7.18

Kitap - Qurban Səid - Əli və Nino


ali ve nino qurban seid ile ilgili görsel sonucu


Selam dünya ben Menolly!

Büyük umutlarla başladığım,ama aradığımı bulamadığım bir kitaptı.

konusu:
Ali ve Nino, “Kurban Said” müstear adını kullanan kimliği tartışmalı yazar tarafından ilk defa 1937’de Viyana’da Almanca olarak yayımlanmış roman.

Bakü’de 1918-1920 yıllarında Bolşevik işgalinin arifesinde Müslüman bir Azeri genci olan Ali Han Şirvanşir ile Hristiyan Gürcü kızı Nino Kipiani arasında yaşanan imkansız aşkı konu edinir. 1937’de Viyana’da yayımlandığı zaman yüzyılın aşkı olarak değerlendirilen eser, Romeo ve Juliet, Rüzgâr Gibi Geçti, Doktor Jivago gibi aşk öyküleriyle kıyaslanmış ve 37 dile çevrilmiştir.Azerbaycan tarihi, milli kimliği, Kafkasların siyasi ve toplumsal yapısı hakkında bilgiler veren eser, Azerbaycan’ın “milli romanı” kabul edilir.
Bakü'de, Birinci Dünya Savaşı ve Rus Devrimi boyunca, Azerbaycan'ın bağımsızlık savaşı verdiği kaotik ortamda geçen romanın kahramanı Ali Han Şirvanşir, soylu bir Müslüman ailenin oğludur. Rus disipliniyle yetişmiş, eğitimli, Hristiyan geleneği ile büyümüş ve Avrupa’nın yaşam tarzını benimsemiş soylu bir ailenin kızı olan Nino'ya aşıktır. Asya'da mı yoksa Avrupa'da mı olduğu tartışma konusu olan Bakü'de, Ali Han'ın kararı “Asyalı” olmaktır. Nino Kipiani ise tersine Avrupalı duyarlılığına sahiptir. İki genç, aşklarını yaşatabilmek için mücadele verirler.

Ali ve Nino'nun hikayesinden eminim çoğunuzun haberi vardır.Azeri çocuk ve gürcü kızın aşk hikayesi.Sovyetlerin kurulmasından önceki dönemi anlatıyor,Azerbaycanda henüz gürcüler,ruslar ve hatta ermenilerin de rahatlıkla dolaştığı ve herkesin dost olduğu o hayal gibi dönemlerden.

Okurken o kadar çok bölümde şaşırdım ki.Birincisi,ben hala ermenilerle o şekilde dost olabilmemizi kavrayamıyorum.Evet,rus çevresindeydik ve rusların kontrol ettiği bir bölgeydik.O açıdan rusların kontrol ettiği diğer yerlerle yakın olmamız mantıklı.Fakat,anlayamadığım bizimle o kadar uzun yıllar dostluk kuran bir milletin birden değişmiş olması.Bağımsızlığımızı ilan ettiğimiz anda bize saldırmaları,sanki yıllardır savaşıyormuşuz da bir birimizden nefret ediyormuşuz gibi davranmaları.Halbuki daha dün kardeş gibi davrandığımızı,ya da davrandıklarını unutmuş gibiler.
Ama,nefret karşılıklı.Eğer ermeniler kan istiyorsa,alacaklar...

Her neyse,anlatmak istediğim bu,nasıl oluyor da yıllarda dost gibi davranan bir milletin içinden böyle korkunç bir canavar,böyle nefret edilesi bir düşman birden bire fırlıyor ne yapsam da anlayamıyorum...

İkinci konu,din konusu.
Ben şahsen dinin kadınlara karşı olduğunu asla düşünmedim.Fakat kitapta ağır bir din anlatımı var ki, benim hiç hoşlanmadığım bazı tarafları barındırıyor.İlk olarak mehzep ayrımı.İster hristiyanlıkta olsun,ister islamda,ben bu konudan hiç hoşlanmıyorum.Bence,hristiyan hristiyandır,müslüman da müslüman.Ortadoks ve ya katolik,şii ve ya suni olmasının bir farkı yok benim için.Ama komiktir ki mezhepler hala önemini korumakta...
Kitapta şöyle bir şey var: 'Kadın bir tarladır.' Bunu okuduktan sonra bir saat gülmüşümdür herhalde.Herneyse,genel olarak kitabın kadınlara karşı olmadığını anlıyorsunuz,ama o dönemin dininde ve bazı karakterlerin din ile ilgili fikirlerinde bu tür öfkelenmeme sebep olan yanlar çoktu.'Kadının ruhu yoktur' ya da 'kadının düşünmesine ve ya istemesine gerek yoktur,o doğurmak için dünyaya gelmiştir' gibi başka saçmalıklar.Ama bunları görüp kitaptan soğumanızı da istemem,genel olarak kitabın konusu zaten din değil,sadece bazı karakterler bu şekilde düşünüyordu ve yer yer değinilmişti.Genel olarak Ali han Şirvanşir'in yaşadığı mühit bu şekildeydi.Ali kendisi de bu şekilde yetiştirilmişti ama neyse o böyle 'dindar' değildi.
Diğer yandan Alinin hiç bir şekilde içki içmemesi çok hoşuma gitmişti,dine bağlı olmak gerekiyorsa işte böyle bağlanmalı.

Kitapta beni rahatsız eden bir diğer şey hikayenin beklediğim gibi olmaması.
Beklediğim şeyleri bulamadım.Elbette,tutkulu ve destansı bir aşk anlatılmış(bildiğim gibi) ama diğer yandan bana biraz da basit geldi.Ne kadar savaşı yaşasalar,ülkelerinden kaçıp Dağıstanda köy hayatı yaşamak zorunda kalsalar ve bunun gibi bir çok güçlükle karşılaşsalar da,bana nedense basit geldi.Karakterleri anlayamadım,özümseyemedim.Ali karakterini pek sevdiğimi söyleyemem,elbette onun bir çok yanını beğendim,fakat yine de kendisini kitabın sonuna kadar benimseyemedim.
Nino da aynı şekilde,bir türlü alışamadım.İkisi Avrupa ve Asya arasında kalmış gibiydiler,tıpkı benim kendimden çok sevdiğim,doğduğum ve büyüdüğüm rüzgarlı şehir Bakü gibi.

Ve okurken,bir kez daha,ne olursa olsun ülkemi sevdiğimi anladım.Doğduğum bu şehri,Baküyü ve doğduğumdan beri yanı başımda olan ve her yaz gidip gördüğüm Hazar denizini sevdiğimi anladım. :)

Kitabı Chisu'nun cover'ı olan ve son zamanlarda severek dinlediğim Chisu - I Walk The Line ile okudum.Okurken şarkı beni çok uzaklara götürdü :)

Yarım bırakacak duruma gelmiştim,ama yine de bitirmek istedim ve dişimi sıkarak sonuna kadar gelmeye çalıştım.Sevdim mi?Eh,fena değildi.Umduğumu bulamasam da severek okuduğum bölümleri oldu.Peki kesinlikle okumalı mıyız?Bence hayır,yani ben o kadar bayılmadım.Pişman oldum mu?Belki de biraz.Ama yine de kitabın verdiği hissi sevdiğimi söyleyebilirim.İsterseniz ve eğer bu tür romantik romanları okumayı seviyorsanız,bir denemeniz iyi olur bence.
(ben romantizm sevmem ama kendimi zorlayıp okudum .... -_-)

O zaman alıntılarla bitirelim:
~~~~~~~~~
Didianı fikirli fikirli mənə baxıb dedi:
-Sizdə çöl adamının ruhu var.Görünür,insanları bölmək üçün yalnız bir doğru üsul vardır:insanları meşə adamlarına və çöl adamlarına bölmək lazımdır.Şərqin içkisiz sərhoşluğu çöldən gəlir.Çöllərdə isti küləklərlə qızmar qum insanı sərxoş edir.Orada həyat sadə və problemsizdir.Meşələr isə min bir suallarla doludur.Çöl isə kimsədən bir şey istəməz,kimsəyə,bir şey verməz və heç bir şey vədd etməz.Lakin ruhun atəşi meşədəki odundan gəlir.Çöl adamının,yəni gözlərimlə görə bildiyim tək bir üzü vardır.O,tək bir həqiqət tanıyır,o tək həqiqət də onun qəlbini doldurur.Meşə adamının isə min bir sifəti vardır.Təəssübkeşlər çöldən,yaradıcılar isə meşədən gelirlər.Bəlkə də Şərq və Qərb arasındakı əsas fərq də elə budur.

~~~~~

Mən ölkədə kök salmış əcnəbi əsgərlərini və Ənzəlidəki cır-cındır geyinmiş,ayaqyalın polisləri,yadıma saldım.Bu idi Asiya.Avropalı olmak qorxusundan silahlarını Avropanın ayaqları altına atan Asiya!

Başka yazılarda görüşmek üzere!
Jaa ne minna! ^_^
Logo Design by FlamingText.com

Kitap - Sabahattin Ali - İçimizdeki Şeytan


içimizdeki şeytan ile ilgili görsel sonucu


Selam dünya ben Menolly!

Yine Barış Özcan sayesinde okuduğum kitaplardan bir tanesi.Aslında zaten uzun zamandşr Sabahattin Ali okumak istiyordum ama bir türlü fırsat olmuyordu.Ve sonunda Barış Özcan'ın oku serisinde bu kitaba rastlayınca ve konusunu da çok beğenince,okumaya karar verdim.
Zaten Kürk Mantolu Madonna'nın kahveli fotoğraflarından ve herkesin onu fotoğraf çektirmek için almasından o kadar bıkmıştım ki, onu okumak istemiyordum.Bir diğer sebep ise ablamın okumuş olması ve bana da anlatmış olmasıydı...Böylece İçimizdeki Şeytan ile tanıştım ve okumaya karar verdim.
(not 1: Eğer hala Barış Özcanı tanımıyorsanız verdiğim linke gidebilirsiniz)
(not 2: şu an bu yazıyı neden Vixx dinleyerek yazdığım hakkında hiç bir fikrim yok :D)

Barış Özcan hakkında daha fazlası ve kanalı için

konusu:
"İsteyip istemedeğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.. " 
Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana kısılmışlığını" gösteriyor Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.

Bu kitap beni darmadağın etti.
Hani böyle çok sakin başladı,sonra birden bire öylesine değişti ki, odak noktam tamamen dağılır gibi oldu.Ayak uydurmakta bir süre zorlandım,öyle ki, ortalarında 'biz buraya nasıl geldik' şeklinde tepkiler veriyordum.Beni başarıyla ters köşeye oturtmayı başardı.

Diğer yandan dili çok akıcıydı ve kendini okutuyordu,ilk başta uzun gelse de zevkle bitirdim.
Şüphesiz ki, içimizde 'şeytanlar' olduğunu çok kez düşünmüşüzdür.Benliğimizin kötü bir yansıması,kötülüklerimizin sebebi ya da gizli zevklerimiz diye adlandırdığımız da olmuştur.Benim de içimde böyle bir şeytan var,bu şeytan bana geceden planladığım hiçbir şeyi sabah olduğunda yapmama izin vermiyor.Spor yapmamamı istiyor,ya da genelde bloga girip yazı yazmak için çok yorgun oluyor.Bazen de günlük rusça tekrarı yapmamama engel oluyor.Bazen sadece yerimde uzanıp müzik dinlememe neden oluyor.
Ya da daha kötü şeyler yaptırıyor.Fakat bence hepimiz içimizdeki şeytan dediğimiz şeye,yani daha doğrusu tembelliğimiz,iradesizliğimiz,cahilliğimiz ve nefsimize bir dur demeyi bilmeliyiz.Çünkü eğer ona karşı çıkamazsak,hayatımızı onun eline bırakırsak,kitaptaki Ömer karakteri gibi bir hal alabiliriz.

Ömer yer yer beni güldürdü,düşündürdü ve bir çok bölümde de kendinden nefret ettirdi.Ama yine de kitabın sonunda karakteri anladım ve ona hak verdim.
İradesizlikten hiç hoşlanmam,bende de bazen açığa çıkan kötü bir yan,ama ona karşı savaşmaya çalışıyorum.Bence eğer irademiz olmazsa,bu hayatta hiç bir şey başaramayız,yaşamımız anlamsızlaşır.Herşeyi kaderin,tesadüflerin eline bırakmak doğru değil.Elbette,eğer bir şeyin olacağı varsa olur ve bazen biz ne kadar istesek de bazı şeyler bizim için hayırlı değildir,o yüzden olmaz ama yine de tamamen irademizi elden bırakmamız doğru değil diye düşünüyorum.

Macide karakterini kendime çok benzettim.Hatta onunki gibi bir duruma düşersem ne yapardım diye de düşündüğüm oldu.Bence onun kadar cesur olamazdım...

Bana çok şey katan bir kitap olduğunu düşünüyorum.Bence herkes okumalı,herkesin kendinden bir şeyler bulabileceğini düşündüğüm bir kitap.Vakit kaybetmeden gidin ve okuyun.
Sabahattin Ali'nin başka kitaplarını da okumak istiyorum.

Kitabı LP - Magic ve BTS - Young Forever ile okudum.Magic bana Ömer ve Macidenin aşkını,Young Forever ise onların genç yaşlarındaki zor ve karmaşık hayatlarını hatırlatıyor.
Buyrun alıntılarla bitirelim:

~~~~
"İçimizde şeytan yok...İçimizde aciz var...Tembellik var...İradesizlik,bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
~~~~

Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi.Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı?Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?Yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve mühitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş ve yumşak olmak daha rahat,daha makul değil miydi?
~~~~~~~

 "Her şeyi düzeltebilirim,onu da,kendimi de kurtarabilirim.Neden olmasın?Ben hayata bağlanmak için ona muhtacım,o idare edilmek için bana muhtaç...Ben onu görmeden evvel hayatın manasını bilmiyordum,bulamamıştım.Şimdi görüyorum ki, o da bensiz yaşayamayacak...Söyledikleri doğru,en az doğru görünenleri bile doğru...Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş...Ne aradığımızı bilmeden aramak...Şimdi içim rahat,aradığını bulan ve başka bir şey şey istemeyen biri gibi sükunet içindeyim...Dünyada bundan büyük saadet olur mu?Böyle en felaketli günümde beni en mesut insan olduğuma inandıran bu hislere fena,çirkin şeyler diyebilir miyim?Herkes ne diyecek?...Fakat bu ana kadar herkesten ne gördüm ki...Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere,bu herkes dedikleri şey beni üzmekten,hayatımı manasız bir hale sokmaktan başka ne yaptı?Bu yaşıma kadar en iyi zamanlarım tam manasıyla yalnız kalabildiğim günler olmuştu.Ömer yakınlığıyla beni memnun eden,bana saadet veren ilk insan...Herkes kim?Emine teyzem mi?Ahlaksız eniştem mi?Hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı anneciğim mi?..Bunların uğrunda bugüne kadar çok şeylere katlandım,şimdiden sonra beni rahat bırakabilirler...Ben de onları rahat bırakırım...Beni öldü farz etsinler..."Burada güldü ve Ömerin elini sıktı: "Tam yaşamaya başladığım bu andan itibaren beni öldü saysınlar..."
 ~~~~~~
Başka yazılarda görüşmek üzere!
Jaa ne minna! ^_^
Logo Design by FlamingText.com

Kitap - Mir Celal - Bir Gencin Manifestosu (Bir Gəncin Manifesti)


bir gencin manifesti ile ilgili görsel sonucu

Bu kitabı öğretmenlerim ve etrafımdaki bir çok kişi uzun zamandır bana tavsiye ediyordu.Ama ben bir türlü okuyamamıştım.Sonunda geçenlerde okudum.

konu:
"Bir gəncin manifesti" əsəri Mir Cəlalın yaradıcılığının kulminasiyası, zirvəsidir! 
Roman həm məzmunu, ideyası, həm də bədii mükəmməlliyinə görə, yazıçının başqa əsərlərindən xeyli yüksəkdə dayanır. XX əsr Azərbaycan ədəbiyyatının şedevrləri sırasında qərar tutan bu roman Mir Cəlalın yaradıcılığında uzun illərdən bəri davam edən mütərəqqi ənənələrin xoş nəticəsidir.
"Bir gəncin manifesti" romanına Azərbaycanda və yaxın-uzaq xaricdə yüksək şöhrət qazandıran amillərdən biri də Mir Cəlal Paşayevin müəllif kimi son dərəcə səmimiliyi, insanlıq adına ləkə gətirən tüfeyli ünsürlərə güclü nifrəti, sadə, sıravi zəhmət adamlarına sonsuz sevgisidir. Sıravi insana bu məhəbbət ədibin xüsusilə Sona və balaca Bahar surətlərinə münasibətində özünün canlı ifadəsini tapmışdır.
Əsərin qəhrəmanı qüvvətli, iradəli olduğu qədər də mübarizliyi ilə seçilən gənc Mərdandır. Ədib baş qəhrəmanını Mərdanın sarsılmaz anası Sona, ağıllı Bahar, igid Yaqub, dünyagörmüş Mövlam kişi, xeyirxah usta Rəhim və başqa bu kimi parlaq surətlərlə əhatə etmişdir. Burada xarakterlərin son dərəcə aydınlığı "Bir gəncin manifesti" romanının bədii dəyərini artıran ən əsas amillərdən biri kimi xüsusi qeyd edilməlidir. Romandakı xarakterlərin demək olar ki, hər biri fərdi xüsusiyyətlərə malikdir. İstər zəhmətkeş xalqı, istərsə də hakim təbəqəni təmsil edən adamların sinfi təbiəti əsərdə çox aydın və təsirli şəkildə, fərdi xüsusiyyətlərlə canlandırılmışdır.

Bir çok kez içim kararsa ve kitabı anında bitirmek istesem de,biraz da kendimi zorlayarak da olsa kitabı bitirmeği başardım.
Sovyetlerden hemen öncesini anlatan kitap,gerçekten o dönemin hissini başarıyla veriyor.
Okulda bir bölümünü okumuştuk,Baharla ilgili bir bölümdü.O zaman saf bir çocuğun yaşadıkları içimi bir hayli acıtmıştı.Tamamını bir kez daha okuyunca,çocuğa daha da acıdım.Ve en azından bu kadarını yaşamadığım için bir kez daha şükrettim,şanslı olduğumu farkettim.Elbette,bu yüzyılda,bu dönemde de bir sürü sorunlarımız,problemlerimiz var ama en azından hiç birimiz Baharın yaşadıklarını yaşamak zorunda değiliz.

Sovyetler birliği ile ilgili bir sürü propaganda var,elbette,tahmin ettiğim gibi.Süleymen Sani Axundov'un eserlerinde de vardı.O zamanki yazarların fikirlerini ve içindekileri özgürce yansıtamaması ne acı,değil mi?Gerçi,bence hala aynı ama :/
İdeolojilerle ilgili bilgi edindikçe kafam karışıyor.Sosyalizm,kommunizm,faşizm,hangisi en kötüsü?Hangisi en iyisi?Herkesin doğrusu farklı ve herkes bir şeyleri kötülüyor ve ben hala dünyadaki kötülüğü anlamıyorum.

Merdanın cesareti ve Sonanın vatan sevgisi,namusunu koruma şekli beni gururlandırdı.Bir kez daha ülkemle gurur duydum.Eminim hepiniz Sonanın meşhur 'köpeğe atarım,yabancıya satmam' repliğini biliyorsunuzdur.Kendi elleriyle yaptığı halısını parasızlıktan satışa çıkarmış,fakat bir ingilizin evinde olmasına gönlü razı gelmediği için satmamıştır.
İlk okulda kitabın o bölümü kitaplarımızdan okuduk,Sonanın bu vatan severliğini öğrendik.

Eğer azerbaycanca bir şeyler,azeri yazarlardan bir şeyler okumak istiyorsanız,bunu deneyebilirsiniz.Fakat,şimdiden uyarayım,okuduktan sonra bile bir süre hafif bir karamsarlıkla dolaşabilirsiniz,bende öyle oldu.

Son olarak,bahsi geçen dönemde yaşamak ister miydim?Belki Sovyetlerden sonra,SSCB'nin nasıl kurulduğunu ve geliştiğini kendi gözlerimle görmek isterdim.
Kitaptan sizlere göstermek istediğim bir alıntıyla bitirelim.

Nədir bu?Sərbəst yaranan insanın boğazına daş basılır,deyən dil kəsilir,gözünə qara pərdələr asılır.Düşünən beyninə zindan kimi çəkiclə döyürlər.Deyəsən bizə məlum olmayan sirli və amansız bir əl var.Ətcəbala quşu yuvasından götürüb daşlıqlara tullayan kimi,insanı zəhmət adamlarını da ana qucağından qovur bu zalımların qabağına qatırlar.Yazık zəhmətkeş,sənin zəbt olunmayan,zorlanmayan nəyin qalmışdır!Axırda öz əcəlinlə ölmək səadətini də itirdin!Qulluğunda dəstəfərman durduğun ağalalar səni hər gün məhrumiyyət,əzab içində işlədir,hər gün məhv etməyə çalışırlar.Bu gördüyün şəhərlər,keçdiyin küçələr,ayaqladığın torpaq sənə bir həqiqət pıçıldayır: "Qorun!" Qorunmaq mümkündürmü?
Yox,mollalar deyir,insanın çiynində məlaikələr oturmuştur.Bu,yalan deyil,yanlışdır.Çiynimizdə mələk yox,casuslar,cəlladlar oturmuşdur.Onlar bizi məhv etməyə fürsət axtarırlar.Budur,yazığı boğazlayırlar.Bu azğınlar,qatillər insanı nə bəlalara mübtəla etməmişlər?
sayfa 44-45. 
 

Başka yazılarda görüşmek üzere!
Jaa ne minna! ^_^



Logo Design by FlamingText.com



19.7.18

Kitap - Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya


aldous huxley cesur yeni dünya ile ilgili görsel sonucu


Son zamanlarda Barış Özcan'ın videolarını izlemeye başladım.Neden daha önceden bu harika insanı izlemiyordum bilmiyorum,kim olduğunu bilsem bile tek tük videoları dışında pek denk gelmemiştim kendisine.Fakat,bu yazın başlarından itibaren videolarını daha çok izlemeye başladım ve hatta,videolarını ilk videosundan başlayarak izlemeye karar verdim.
Bu sırada,Oku adlı serisi ile karşılaştım.İzleyicileri ona sevdikleri kitaplardan bölümler gönderiyor,(instagram üzerinden) ve o da o bölümleri okuyarak kitap hakkında insanları bilgilendiriyordu.İşte bu serisi,kendisinin bir çok bilgilendirici ve eşsiz videoları arasında en sevdiklerim,çünkü bu videolar sayesinde bir çok bilmediğim yeni kitapla tanıştım/tanışıyorum ve açıkçası bana çok şey kattığını söylemeliyim.Bu kitapları okumaya başladım ve bu kitapların ilki, Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya kitabı.

Bu kitabı okumamda bana vesile olan Barış Özcan'dan biraz bahsedersek,kendi sözleriyle 'sanat,tasarım ve teknoloji üzerine videolar yapıyor' ve bu videoları kendi youtube kanalına yüklüyor.Dünya üzerinde tanışmayı istediğim insanlar,gerçek bir bilgin ve çok zeki bir adam.Deneyimli ve kendisinden öğreneceğimiz çok şey var.Yaptığı videolarda olsun,içeriklerinde olsun,konuşma tarzında bile farkını hissedebiliyorsunuz,o,sadece youtube'da video çekmek için değil,insanlara bir şeyler katmak,insanlara yeni bir şeyler öğretmek ve ufkumuzu genişletmek için video çeken nadir insanlardan ve bence,onu hepimiz izlemeliyiz.Size şiddetle tavsiye ediyorum,eminim kanalından bilgilenmiş ve yeni bir şeyler öğrenmiş şekilde çıkacaksınız.Hadi hemen şimdi gidip bakın.
Barış Özcan

Eğer bahsettiğim kanala baktıysanız,şimdi buraya dönebilirsiniz.Çünkü size bahsetmek istediğim bir kitap var.

Hava inanılmaz sıcakken ve evde klima açıkken bile terliyorken okumaa başladım bu kitabı.İlk başta yavaş ilerlese de,sonradan iyiki okumuşum dedirtti.

konusu:

Cesur Yeni Dünya, Aldous Huxley'in bir romanı, magnum opus'udur. Brave New World romanın özgün adıdır. Sheakespeare'in zamanında "brave" kelimesi "güzel" anlamına geliyordu, yani kitap'ın asıl manası "Güzel Yeni Dünya" dır.

Romanın kurgusu Londra'da 26. yüzyılda geçmektedir ve distopik bir atmosfer mevcuttur. Romanda üreme teknolojisi, öjenik ve hipnopedi (uykuda öğretim) sayesinde toplum değiştirilmiştir. Aslında tanımlanan dünya bir ütopya olarak da gözükebilir, fakat ironik bir ütopya; zira insanlık sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir; tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya vardır. Fakat, ironik biçimde, tüm bu gelişmeler birey için çok önemli olan birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; aile, kültürel çeşitlilik, sanat, edebiyat ve felsefe artık yoktur. Yeni Dünya'da tanrı Ford'dur. Ayrıca salt zevki önüne gelenle seks yapmada ve vücutta yan etkileri en aza indirilmiş bir uyuşturucu olan soma kullanmada bulan toplum hazcı (hedonistik) bir topluma dönüşmüştür.

Son zamanlarda gelecekle ilgili,biraz da ütopik kitaplar okumayı gerçekten çok sever hale geldim.1984 okuduktan sonra oldu bu.Okuduğum zaman beni oldukça şaşırtan bir kitaptı,fakat bu kitap çok daha şaşırtıcıydı.

Kitabın ilk sayfasından itibaren şaşırmaya başlıyorsunuz.Yukardaki tanıtımdan da anladığınız üzere kitapta tasarlanan gelecekte bizi biz yapan neredeyse her şey elimizden alınmış.İnsanlık tamamen değişmiş.Aileler yok,aşk yok,din,sanat,edebiyat ve bunun gibi bir sürü güzel şeyin hiçbiri yok.Sadece zevk var.Sadece zevk için yaşıyor insanlar.

Bu 1984'ü okurken de başıma gelmişti; şöyle ki,büyülenmekle ve oldukça şaşırmakla birlikte, kitap beni biraz korkutmuştu.Bu kitapta da aynısı oldu,geleceğimizin böyle bir şey olduğunu düşünsenize.Sizce nasıl bir gelecek olurdu?Bu gelecek nesillere bırakmayı hayal ettiğimiz güzel yeni dünya mı?
İşte yazarın bu kitabı yazma sebebi de burada kendini gösteriyor.Teknolojinin hızla geliştiğini ve zaten çoktan bir çok şeyin değiştiğini düşünürsek,bu kitapta bahsedilenler sadece bir hayal ürünü olmaya da bilir.O yüzden önlemler almalıyız ve geleceğimizi iyi kurmalıyız.

az da olsa spoiler 
Kitaptaki kilit karakter Vahşi,diğer okuyucuları bilemiyorum ama sonuna kadar beni hayran bıraktı.Lenina'ya karşı tepkisi,kitabın sonunda geçirdiği yarı deli ruh hali ve Mustafa Mond'la konuşması.Sadece müthişti...
az da olsa spoiler bitti.

Sadece zevk için yaşamak şu an,umarım ki, bize berbat bir şey gibi geliyordur.
Kitapta da dendiği gibi,insan en küçük darbede yıkılmamak için,dayanıklı olmak için,hayatta kalmak için acı çekmeli,kötü şeyler de yaşamalı,ağlamalıdır.Bize gözyaşları lazım,bize gerçek hayat lazım.Boş mutluluklar yerine,gerçek acıları yaşamalıyız,mutlu sonların varolduğunu biliyoruz,ama o mutlu sonları getiren felaketleri de tadmalıyız.Gerçek olmayan bir mutluluğun,ya da kitaptaki gibi somanın verdiği rahatlamanın esiri olmak yerine gerçekliği görmeliyiz.

Kitapta bir çok bölümle bağdaştırdığım bir çok şarkı var.Bir bütün olarak kitabı One Ok Rock - Naihi Shinsho ile okudum.Fakat aynı zamanda Vahşi ile ilgili bir çok bölümde IU - Zeze şarkısını dinledim.İkisi de bana kitaptaki atmosferi hatırlatacak.

Hadi alıntılara geçelim :)

~~~~~~~

Hastaneye girdiklerinde Vahşi, "Fakat köle olmak hoşunuza gidiyor mu?" diyordu.Yüzü kızarmış,gözleri haklı bir öfke ve heyecanla parlıyordu. "Bebekler gibi yaşamaktan hoşlanıyor musunuz?Evet,bebekler gibi zırlayıp kusuyorsunuz," diye ekledi.Hayvanlara özgü salaklıklardan sabrı tükenen Vahşi,şimdi de kurtarmaya geldiği insanlara hakaretler yağdırıyordu.Hakaretler,kalın salaklık zırhlarına çarpıp dağılıyordu,gözlerinde donuk ve somurtkan bir kinle,boş bir ifadeyle Vahşi'ye bakıyorlardı. "Evet,kusuyorsunuz,"diye haykırdı.Üzüntü ve vicdan azabı,merhamet ve görev - bunların tümü şimdi unutulmuştu ve bekeneceği üzere,bu insan müsveddesi canavarlara  duyulan şiddetli bir nefrete yenik düşmüştü. "Özgür ve insan olmak istemiyor musunuz?İnsanlık ve özgürlüğün ne olduğunu anlamıyor musunuz?" Hiddetten akıcı konuşuyor,sözcükler kolayca ve hızla geliyordu. "Anlamıyor musunuz?" diye tekrarladı,ama sorusuna yanıt alamadı "Peki öyleyse," diyerek sert bir tonla devam etti. "Size öğreteyim;isteseniz de istemeseniz de sizi özgür kılacağım." Ve Hastanenin iç avlusuna bakan pencereyi açarak soma haplarıyla dolu küçük kutuları avuç avuç alıp avluya fırlatmaya başladı.
sayfa 129.


"Sevgili genç dostum," dedi Mustafa Mond, "uygarlığın kahramanlık ya da yüceliğe hiç ihtiyacı yoktur.Bunlar,politik yetersizliğin belirtileridir.Benimki gibi düzenli bir toplumda,hiç kimsenin kahraman ya da tüce olmasına fırsatı olmaz.Böylesi bir olgunun yaşaması için,koşulların tümüyle dengesiz olması gerekir.Savaşların yaşandığı,bölünmüş ittifakların ya da savunulacak aşkların olduğu yerlerde yücelik ve kahramanlığın bir anlamı olalir elbette.Fakat şimdi savaşlar yaşanmıyor.Birini çok fazla sevmemeniz için büyük özen gösteriliyor.Bölünmüş bir ittifak söz konusu bile olamaz;öylesine şartlandırılırsınız ki, sizden beklenenleri yapmamak elinizde değildir.Yapmanız beklenen şeyler genelde öyle keyiflidir ve öyle çok sayıda doğal dürtünüz özgürce temin edilir ki, baştan çıkmamak için mücadele edecek hiç bir şey bulamazsınız.Olur da,şanssızlık bu ya,tatsız herhangi bir şey olursa,daima soma alarak gerçeklerden uzaklaşabilirsiniz.Öfkenizi yatıştıracak,sizi düşmanlarınızla uzlaştıracak,sizi sabırlı ve dayanıklı kılacak soma hep yanınızdadır.Geçmişte bütün bunları,sadece büyük bir çaba göstererek ve yıllar süren ahlak eğitimiyle başarabilirdiniz.Şimdiyse iki üç tane yarım gramlık tablet almanız yeterli.Artık herkes erdemli olabilmektedir.Aklınızın en azından yarısını,küçük bir şişede yanınızda taşıyabilirsiniz.Gözyaşlarından arındırılmış Hristiyalık - işte soma bu."
"Ama gözyaşları gereklidir.Othello'nun söylediklerini hatırlamıyor musunuz? 'Böyle bir huzur gelecekse her fırtınanın ardından,essin rüzgarlar ta ki ölümü uyandırana dek'.İhtiyar Kızılderililerin bize anlattığı,Matsaki'nin Kızı'yla ilgili bir hikaye vardı.Kıza talip olan delikanlılar,bütün bir sabah boyunca kızın bahçesini çapalamak zorundaymış.Kolay görünüyormuş;ama büyülü sinekler ve sivrisinekler varmış.Delikanlıların çoğu ısırılmaya ve sokulmaya dayanamamışlar.Fakat dayanabilen bir tanesi kızı almış."
"Çok hoş!" dedi Denetçi. "Fakat uygar ülkelerde,uğrunda çapa yapmadan kızları elde edebilirsiniz; üstelik sokan sinek ya da sivrisinekler de yoktur.Yüzyıllarca önce köklerini kazıdık."

"Gözyaşları içeren birşeye ihtiyacınız var sizin," dedi Vahşi, "değişmek için.Burada hiçbir şeyin bedeli yeterince ödenmiyor."
sayfa 139.

"Ama ben yan etkileri severim."
"Biz sevmeyiz," dedi Denetçi. "Biz her şeyi keyifli yapmayı yeğleriz."
"Ben keyif aramıyorum.Tanrı'yı istiyorum,şiir istiyorum,gerçek tehlike istiyorum,özgürlük istiyorum,iyilik istiyorum.Günah istiyorum."
"Aslında," dedi Mustafa Mond. "Siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz."
"Öyle olsun." dedi Vahşi meydan okurcasına. "Mutsuz olma hakkını istiyorum."
"Eklemek gerekirse,ihtiyarlama,çirkinleşme ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz;frengi ve kansere yakalanma haklarını,açlıktan nefesi kokma hakkını,sefil olma hakkını,sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını,tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz." 
Uzun bir sessizlik oldu.Sonunda Vahşi, "Hepsini istiyorum," dedi.
Mustafa Mond omuzlarını silkti. "Hepsi sizin olsun." dedi.
sayfa 140.

"Çünkü bizim dünyamız Othello'nunkiyle aynı değil.Çelik olmadan araba yapamazsınız - aynı şekilde,sosyal çalkantı olmadan da trajedi yaratamazsınız.Dünya şu anda istikrara kavuşmuş durumda.İnsanlar mutlu;istediklerini alıyorlar ve ulaşamayacakları şeyleri de asla istemiyorlar.Refahları yerinde,emniyyetteler,hiç hastalanmıyorlar,ölümden korkmuyorlar;ihtiras ve ihtiyarlıktan habersiz ve bundan çok memnunlar;veba gibi bir illet olan anne ve babaları yok;güçlü duygular hissedecekleri eşleri,çocukları ve sevgilileri yok;şartlandırmaları uyarınca davranlamaları gerektiği gibi davranmak zorundalar.Herhangi bir sorun çıkması durumunda da soma var.Siz de tutup,özgürlük adına pencereden savurdunuz,Baş Vahşi.Özgürlük!" Güldü. "Bir de Deltaların,özgürlüğün ne olduğunu bilmelerini bekliyordunuz.Şimdi de Othello'yu anlamalarını bekliyorsunuz!Vah güzel çocuğum vah!"
sayfa 129.

Başka yazılarda ögrüşmek üzere!
Jaa ne minna ^_ ^
Logo Design by FlamingText.com

Kitap - Gogol - Palto



gogol palto ile ilgili görsel sonucu

Bir kaç ay önce,Zweig'in Satranç kitabını bitirdiğim zamanlarda,kısa öyküleri araştırmaya başlamıştım.Bir çok kısa öyküyle beraber ukraynalı yazar Gogol'un bu kitabına da rastlamıştım.Ve hiç düşünmeden okuma listeme almıştım,fakat uzun bir süre okumak mümkün olmamıştı.

Bu yaz çok kitap okumaya karar verdiğim için,Palto da elimden kaçamadı :)

Palto hakkında:

Gogol hikâyeyi bir toplantıda anlatılan bir olaydan esinlenerek yazmıştır. Anlatılan olay av meraklısı sıradan bir memurun yıllarca para biriktirerek aldığı tüfeğini dereye düşürmesi ve sonrasında girdiği bunalımla ilgilidir. Bu bunalımdan ancak arkadaşlarının aldığı yeni bir tüfekle kurtulmuştur.
Bu yapıt "Gerçekçi Rus Edebiyatı"nın mihenk taşı olarak nitelendirilebilir. Dostoyevski Gogol'a ve eserine ilişkin "Hepimiz onun Palto'sundan çıktık" diyerek eserin önemini dile getirmiştir.
Rusya'da yaşanılan sosyal sınıf baskısının alt sınıf insanların üzerinde bıraktığı etkiyi anlattığı bu hikâyede, kahramanımız Akakiy Akakiyeviç'in binbir zorlukla aldığı yeni paltosunun çalınması üzerine bir bakandan yardım istemesi ve bunun üzerine işittiği azar, Akakiyeviç üzerinde çok büyük bir etki yapacaktır. Akakiyeviç'in hastalanıp ölmesine kadar giden bu hikâye aslında bitmemiştir. Akakiy Akakiyeviç'in ölümünden sonra hayalet olarak kasabada görüldüğüne ve geceleri insanların paltolarını aldığına dair çıkan söylentiler en son olarak bakanın paltosunun çalınmasıyla sona erecektir. Akakiy Akakiyeviç biraz da olsa huzura ermiştir.

Gerçekten çok kısacık bir kitap,bir öğleden sonra,ya da otobüs yolculuğunda şöyle bir kitap okumak isterken ne olduğunu anlamadan bitirebileceğiniz bir kitap.Eğer derin yanlarına dikkat ederek okunursa,vermek istediği çok mesaj ve bizlere yönelttiği bir sürü sorusu vardır.

Palto'yu okurken,yaşadığım hisleri nasıl anlatabilirim?Sanki elimde dünyanın en lezzetli çikolatasının küçük bir parçasını tutuyor gibiydim,yemeğe kıyamıyorum çünkü çok küçük,hemen bitecek.İşte Palto üzerimde öyle bir etki bıraktı.

Kitabın anlatmak istediği çok şey var dedim ya,biraz onlara dikkat vererek okuyunca içinden çıkamaz hale geliyorsunuz.Akakiy Akakiyeviç'in aldığı palto ile birden bire nasıl hayata geri döndüğü,nasıl kendi küçük dünyasından ayrıldığını okurken,aslında kendi hayatımızdan da bir parçayı okuyor gibiyiz.Hepimizin hayatında Akakiy Akakiyeviç gibi birileri var değil mi?Çoğumuz onun gibiyiz.Kendi küçük hayatlarımızda kaybolup gidiyoruz.Bizi bu dünyadan kısa süreliğine de olsa ayıracak bir şey olmadığı sürece aynı şekilde yaşamaya devam ederiz.

Gogol'un kitabında çizdiği Akakiyeviç karakteri ile aynı zamanda o zamanın Rusyasını da bolca eleştirmiş oluyor ve tahmin edebileceğimiz gibi tepki alıyor.Aslında sadece Rusyada da değil,dünyanın her yerinde Akakiyeviç gibi karakterler var,sadece basit memurlar değil,ofis çalışanları,fabrika çalışanları,kısacası hayatlarının monotonluğunda kaybolmuş ve yaptıkları işten nefret etseler bile devam eden insanlar.
Kitabın sonunda ortaya çıkan Akakiyeviç hayaleti de ayrı bir durum.O bölümlerde hayretle dolmaktan kendimi alamamıştım.Hayalet köprüde önüne gelen herkesin paltosunu çalıyordu :D
Aslında bu hayalet sadece Akakiyeviç'in değil,manadan yoksun bir hayat yaşayan ve asla yaşadığı hayattan zevk almamış milyonlarca insanın hayaleti olabilir.

Ne olursa olsun bu kitap okunmaya değer.Dostoyevski boşuna 'Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık' demedi sonuçta? :)

Başka yazılarda görüşmek üzere!
Jaa ne minna! ^_^
Logo Design by FlamingText.com

Kitap - F.M.Dostoyevski - Suç ve Ceza


suç ve ceza ile ilgili görsel sonucu

Selam dünya ben Menolly!

Uzun bir aradan sonra yine buradayım.

Uzun zamandır okumayı istediğim bir kitabı bitirdiğim için çok gururluyum.Evet,Suç ve Ceza bitti.

Çocukluğumdan beri adını duyup da okuyamadığım kitaplar arasındaydı.Bir keresinde ablam galiba arkadaşından okumak için almıştı da eve getirmişti,o zaman biraz okumaya çalışmıştım.Ama tahmin edebileceğiniz gibi bitirememiş,üstüne bir de bir şey anlamamıştım.
(galiba benim okuduğum klasik versiyondu)

Derin bir nefes alalım...

Dostoyevski'nin dili gerçekten...Çok...Zor...Okurken yordu diyebilirim.

Bu aralar klasiklere dikkatimi veriyorum ve yaz tatilinde olduğum için ne kadar çok kitap okursam o kadar iyi olur diye düşünüyorum.Zaten çok boş zamanım oluyor.
Şunu söylemeliyim ki, bu kitap gerçekten sarsıcıydı.Bir çok kez hayal gücümü zorladı.Diğer yandan,karakterlerin yaşadıklarını ben de yaşadım diyebilirim çünkü iyi aktarılmıştı.

Düşündürücüydü,çok düşündürücüydü.Raskalnikov'un düşünceleri,kendini anlama çabaları.
Kitapta çizilen Rusya,bizim hayal ettiğim Rusyadan oldukça farklı.Bu tasarıma Rusyanın karanlıkta kalmış,ya da herkes tarafından görünmeyen zayıf taraflarını,acı çeken insanlarını göstermek de diyebiliriz.Her ne olursa olsun,çok güzel tasarlanmıştı.

Fazlaca kafa karıştırıcı ve düşündürücü bir konuya parmak basılmıştı.Eğer etrafındakilere ve ya kendisine,dünyaya hiç bir en küçük yararı bile olmayan bir insanı öldürürsek,bu bir cinayet sayılır mı?Fakat Dostoyevski,iyi niyetle işlenmiş olsa da,cinayetin ve suçun her zaman yalnış olduğuna parmak basıyor.

Kötülük ve kötü niyet nedir?Bir kere birini öldürmeye karar verdikten sonra,kendinizi durdurmak mümkün müdür?Soğukkanlılıkla,hiç bir hissetmeden cinayet işlemek mümkün müdür?En küçük ayrıntısına kadar her şeyi planlasanız bile,hatasız bir şekilde,hiç heyecanlanmadan ve ya kötü hissetmeden birini öldürebilir miydiniz?Peki ya bu yaptığınız hakkında kötü hisseder miydiniz?Kendinizi işlediğiniz cinayetin,işlediğiniz suçun ya da yaptığınız kötülüğün tamamen iyi niyetler için işlendiğine inandırabilir miydiniz?Başladığımdan beri aklımı kemiren sorulardan sadece bir kaçı bunlar.

Özellikle sonunu çok beğenerek okudum.Bana duyduğu gerçekten başarıyla hissettirebilen bir diğer bölüm ise Raskalnikov'un koca karıyı öldürdüğü bölümlerdi.Onun gerginliğini,hissettiği korku ve heyecanı,hiç bir yalnış yapmamak için kafasında her ayrıntıya kadar plan yapmasını,her şeyi tam anlamıyla yaşıyor gibi oluyorsunuz.

Bence bu kitap okunmalı,her yerde okutulmalı.Ölmeden önce okunması gerekiyor.

Kitabın başlarını One Ok Rock - I Was King,ortalarını Maitre Gims - Ect-ce Que Tu M'aimes,sonlara doğru ise Zaz - On Ira ile okudum.En çok Ect-ce Que Tu M'aimes ile okurken zevk aldım.

~~~~

"Vicdanı olan,hatasının da bilincindeyse,varsın acı çeksin.Bu kürek cezasına ek olarak ona ikinci bir cezadır."
Razumihin kaşlarını çatarak:
"Peki ya gerçekten dahi olanlar,"dedi, "Hani çu kendilerine başkalarının boğazlama hakkı verenler...?Onların acı çekmemeleri gerekiyor,değil mi?Hatta döktükleri kanlar için bile...?"
 "Gereklilik de nereden çıktı?Burada ne buyruk ne yasak söz konusu.Kurbanına acıyorsa,varsın acı çeksin.Acı ve üzüntü,engin bir bilinç ve derin bir yürek için her zaman zorunludur." Birden,biriyle konuşur gibi değil de, yüksek sesle düşünür gibi ekledi: "Bence,gerçekten büyük insan,büyük acılar çekmek zorundadırlar."
 sayfa 164.
"En sevdiğim şey uzanıp yatmak ve düşünmekti.Boyuna düşünürdüm...Sonra düş görürdüm,tuhaf tuhaf düşler...Bunların ne tür düşler olduğunu anlatmam gereksiz!Ancak,işte bu sıralarda,düş gibi bir şeyler kurmaya başladım...Hayır,böyle değil!Yine anlatamadım!...Biliyor musun,o sıralar durmadan kendime şunu sorardım:Neden böyle aptalım ben?Madem başkaları aptal ve ben onların aptal olduklarını kesin olarak biliyorum,öyleyse neden onlardan daha akıllı olmak istemiyorum?Sonra herkesin akıllı olmasını beklemenin çok uzun süreceğini anladım,Sonya.Bir de,bunun hiç bir zaman gerçekleşmeyeceğini....İnsanların değişmeyeceğini,onları değiştirebilecek kimsenin bulunmadığını ve bunun için çaba göstermeye değmeyeceğini!Ya,böyle işte!Bu bir yasa,Sonya,yasa.Akılca ve ruhça kim sağlam ve güçlüyse,insanlara onun buyuracağını biliyorum artık!Kim daha yürekliyse,haklı olan da odur.Her şeyin içine tükürmekte,aldırmazlıkta en ileri gidenler,yasa koyucu olurlar.Herkesten daha gözüpek olan,herkesten daha haklıdır!Bügune kadar böyle gelmiş bu,bundan sonra da böyle gidecek!Bu gerçeği ayırdedemeyenler,kördür!"
sayfa 257.
"O zaman şunu anladım,Sonya:iktidar,ancak eğilip onu almak cesaretini gösterenlere verilir.Bir tek şey söz konusuydu burada;cesaret!Böylece,hiç kimsenin,hiç bir zaman düşünmediği bir şey geldi aklıma!Evet,hiç kimsenin!Bütün bu saçmalıkların yanından geçerken,hiç kimse bunları kuyruğundan tuttuğu gibi,cehenneme kadar yolunuz var,deyip fırlatıp atmaya cesaret edememişti;evet,gün gibi açıktı bu!Ne kimse cesaret edebilmişti böyle bir şeye ne de şimdi eden vardı!Ben...İşte bu cesareti göstermek istedim ve...Öldürdüm....Ben yalnızca cesaret göstermek istedim,Sonya,hepsi bu!"

"Acıyı üstlenmekle,suçunu yarı yarıya temizlemiş olmuyor musun?"
"Suç mu?" diye bağırdı Raskolnikov,bir anda öfkeden deliye dönmüştü."Ne suçu?Öldürenin kırk günahından arınacağı aşağılık bir tefeciyi,hiç kimseye hiçbir yararı olmayan,yoksulların kanını emen zararlı bir biti öldürmek mi suç!Bu suç benim umrumda bile değil ve onu temizlemeyi de düşünmüyorum.Nedir bu böyle?Dört yandan herkes 'cinayet!cinayet!' diye bağırıp duruyor!Korkaklığımın ne kadar saçma olduğunu bütün açıklığıyla ancak şimdi,böylesine gereksiz bir utancı çekmeye karar verdiğim şu an anlayabiliyorum!Teslim olmam düpedüz alçaklığımdan ve yeteneksizliğimden...Bir de,belki şu...Porfiriy'nin önerdiği indirimden..."
"Ne söylüyorsun sen,ağabey!" diye bağırdı Dunya,sesi umutsuzluk doluydu. "Kan döktün sen!"
"Herkesin döktüğü kanı!..." diye bağırdı Raskalnikov,büyük bir öfke içindeydi. "Geçmişte ve günümüzde bir sel gibi akıtılan,kanı!...Şampanya gibi kan dökenler Capitol'de taç giyip insanlığın kurtarıcıları olarak kutsanmışlardı!Çevrene daha bir dikkatli bak bakalım!Ben de iyilik etmek istemiştim insanlara!Hem yaptığım bu bir tek aptalca şeye karşı yüzlerce,binlerce iyi ve güzel şey yapabilirdim....Aptallık da denemez benim bu yaptığıma...Doğrudan doğruya,beceriksizlik...Çünkü,başarısızlığa uğramazdan önce hiç de şu anda göründüğü gibi aptalca görünmüyordu yaptığım iş (Başarısızlığa uğradı mı,herşey aptalcadır!) Ben yaptığım bu aptallıkla kendime bağımsızlık kazandırmak,ilk adımımı atmak,gerekli araçları edinmek istemiştim...Sonuçta sağlanacak yarar,bütün bu aptallıkları silip süpürecekti!...Ama daha ilk adımda tökezledim,çünkü ben bir alçağım!Bütün sorun burada!Ama yine de sizin görüşlerinize katılmıyorum:başarabilseydim,bana da taç giydireceklerdi!Şimdiyse,kapana sıkıştım!"
sayfa 316-317


Bugün,hiçbir temeli olmayan,soyut,amaçsız bir tedirginlil,yarın,sonucunda hiç bir şey elde edilmeyecek bitmiz tükenmez özverileri.Hayatta onu bekleyen şey buydu!Sekiz yıl sonra ancak otuziki yaşında olacağı,demek ki, önünde koskoca bir hayat bulunduğu...Önemli miydi?Hem ne diye yaşayacaktı?Erişmek istediği şey ne olacak,neye doğru koşacaktı?Yalnızca var olmuş olmak için yaşamak?Ama o eskiden de bir düşünce,bir umut hatta bir hayal uğruna bütün varlığını binlerce kez feda etmeye hazır bir insan değil miydi?Yalnızca varolmak ona her zaman az gelmiş,o hep daha fazlasını istemişti.Kendisini,başkaları için söz konusu olmayacak birtakım haklara sahip bir insan gibi görmesinin nedeni de,belki yalnızca isteklerindeki bu güçlüktü.
"Benim düşüncem,"diye düşünüyordu, "dünya kuruldu kurulalı birbiriyle çarpışmakta olan öteki düşünce ve teorilerden hangi bakımdan daha aptalca,daha budalaca?Olaya gündelik hayat açısından değil,özgürce ve geniş bir açıdan bakılacak olursa,benim düşüncelerimin hiç de o kadar...Tuhaf olmalığı görülecektir.Ey inkarcılar,ey beş paralık bilgeler,ne diye yarı yolda duruyorsunuz!Ve benim davranışım hangi bakımdan böylesine çirkin görünüyor?Bir cinayet olduğu için mi?Ne demek cinayet?Benim vicdanım rahat.Hiç kuşkusuz ortada ağır bir suç var ve yine hiç kuşkusuz yasalar çiğnenmiş ve kan dökülmüştür...Madem öyle,çiğnenen yasalarınıza karşılık siz de benim başımı alın,olsun bitsin!Ama o zaman,saltanat yoluyla değil de,iktidarı zorla eline geçirerek insanlığa iyilikte bulununanların da,hem de daha ilk adımlarında kafalarını kesmek gerekmez miydi?"
Onun kendini suçlu bulduğu biricik nokta buydu:Sonuna kadar dayanamamış ve gidip teslim olmuştu.
sayfa 330.


Bunlar da kitaptan seçtiğim en sevdiğim cümleler.
Başka yazılarda görüşmek üzere!
Jaa ne minna ^_^
Logo Design by FlamingText.com

Okuduğum bloglar